01 Mayıs 2024 - Çarşamba

Şu anda buradasınız: / Peygamberlerin Tarih Boyunca Değişmeyen Mesajları
Peygamberlerin Tarih Boyunca Değişmeyen Mesajları

Peygamberlerin Tarih Boyunca Değişmeyen Mesajları Muhammed Tarik

Yüce Allah tarih boyunca insanları hidayete çağırmak, onların bu yolda yürümelerini kolaylaştırmak ve sapıklığa düşmekten sakındırmak için nebiler veya rasûller göndermiştir. Onların toplam sayısı kesin bilinmemektedir. Konuya ilişkin bazı rivayetler kabul edilip değerlendirildiğinde 124.000 nebî geldiği söylenebilir.[1] Bu sayının içinden olmak üzere 313 (315) kişi ise rasûl diye adlandırılmıştır. [2] Kur’ân’da özel isimleriyle anılıp farklı ebatlardaki kıssalarıyla anlatılanların sayısı ise, sadece yirmi dörttür. Onların yanında zikredilen 3-5 kişi muhtelefun fih olarak kalmaktadır; bu zatların peygamber oldukları kesinlik kazanmamıştır.

Peygamberlik müessesesi insanlıkla yaşıttır. Bu görevi üstlenen tüm peygamberler Millet ve Dinin ana hatlarında müttefiktirler. Hepsinin mesajında tevhîd, nübüvetve diriliş inancı esastır. Onların inanç manzumesinde yer alan ilkeler birdir. Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe ve kaderin hayrına ve şerrine iman etmek değişmez ilkelerdir. Kulluk yalnız Allah’a yapılır. Onlar için Allah’a şirk koşmak asla kabul edilemez. İman esasları, ibadet ilkeleri, değer yargıları ve ahlâkî prensipler konusunda tevhit ve vahdet içinde olan tüm peygamberlerin getirdikleri cemiyet nizamı, sosyal ve kültürel kimi formlar ise ihtiyaç halinde değişmektedir. İbadet şekilleri, vakitleri, çeşitleri, nasıl eda edilecekleri ve miktarları peygamberden peygambere farklılık arz etmektedir.

 

İçinde hidayet ve nûr bulunan Tevrat’ı, elbette biz indirdik. Müslüman olan peygamberler, Yahudiler hakkında hükmederler, kendilerini Tanrıya adamış zahitler, âlimler de, Allah’ın kitabını korumakla görevlendirildiklerinden (onunla hüküm verirler) ve onun Allah’ın kitabı olduğuna şahitlik ederlerdi. İnsanlardan korkmayın, benden korkun, âyetlerimi az bir paraya satmayın. Kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.

Biz Tevrat’ta onlara, cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ve yaralara karşılıklı kısas (ödeşme) yazdık. Bununla beraber kim kısas hakkını bağışlarsa, bu kendi günahlarına kefaret olur ve kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.

O peygamberlerin ardından, yanlarındaki Tevrat’ı doğrulayıcı olarak Meryem oğlu İsa’yı gönderdik ve ona içinde hidayet ve nur olan, kendinden önceki Tevrat’ı tasdik eden ve Allah’tan korkanlar için bir hidayet rehberi ve bir öğüt olan İncil’i verdik.

İncil ehli de Allah’ın ona indirdikleriyle hükmetsinler. Kim, Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar fâsıkların ta kendileridir.

Sana da (ey Muhammed) geçmiş kitapları tasdik eden ve onları kollayıp koruyan Kitab (Kur’ân)ı hak ile indirdik. Onların aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet. Onların arzu ve heveslerine uyarak, sana gelen haktan sapma. Biz, her biriniz için bir şeriat ve yol belirledik. Eğer Allah dileseydi sizi tek bir ümmet yapardı, fakat size verdiklerinde sizi denemek istedi. Öyleyse iyiliklere koşun. Hepinizin dönüşü Allah’adır. O, ihtilafa düştüğünüz şeyleri size haber verir.

Aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet. Onların keyiflerine uyma. Allah’ın sana indirdiğinin bir kısmından seni saptırmalarından sakın. Eğer Allah’ın hükmünden yüz çevirirlerse, bil ki Allah, bir kısım günahları sebebiyle onları musibete uğratmak istiyor. Muhakkak ki insanların çoğu yoldan çıkanlardır.” (Mâide, 5/44-49).

 

Yüzlerce asırlar sürmüş olan bu tekâmül vetiresi, Hz. Muhammed’in (s.a.s.) risalet-i hâlide’si ile tamamlanmıştır. Bununla inanç sistemi, değer yargıları, ibadet şekilleri, sosyal ve şahsi yaşayışı düzenleyen hukuk normları zirveye ulaşmıştır. Onun gelişinden sonra tüm şeriatlar ona bağlanmıştır. Kur’ân tarafından beyan edildiğine göre kimse bu Hz. Muhammed ile gelen risâletten sonra onun varlığından müstağni bir şekilde dindarlığını sürdüremez. Yoksa ameli, Allah katında bir değer taşımaz ve tamamen boşa gider.[3]

 

Peygamberler söz konusu olduğunda onların getirdikleri risaletin bir bütün olduğunun vurgulanması gerekir. Onun için her Rasûl’e iman etmek gerekir. Onun risâletinin hak olduğunu tasdik etmek her mümin için kaçınılmaz bir görevdir. Ehl-i Kitâb da ümmîler (kitapsız müşrikler) de risâletin tamamına, rasûllerin hepsine iman etmek zorundadır (Bakara, 2/137). Bu nedenle bir rasûl veya nebi’ye inanmayan ya da ona yakışmayacak sıfatlar yakıştıran kişi tüm rasûlleri inkâr etmiş ve hepsinin mesajını reddetmiş sayılmıştır.[4] Zira peygamberler (a.s.), “Babaları bir, anneleri farklı kardeşler” gibidir.[5] Onların önce gelenleri kendilerinden sonrakileri müjdelemiş, sonra gelenleri ise kendilerinden önceleri tasdik etmişlerdir.

İmanın rükünlerinden ve inancın temellerinden biri de peygamberlere imandır. Bu iman, cami, kuşatıcı ve uyumlu olmak durumundadır. Herhangi bir tefrik, teb’îz veya ihtilaf kabul etmez. Neticede herkesten istenen, tüm Peygamberlere iman etmek ve onların bütün olan risaletlerini tasdik etmektir. Yüce Allah’ın onlar hakkında yasa olarak belirlediği gibi kendilerine saygı duyulmalı; emir, yasak, teşvik ve terhîb gibi konularda ise onlara daima itaat edilmelidir. Bu, inanmışlar için Allah’a verilmiş kesin sözdür; ondan dönüş söz konusu değildir ve asla düşünülemez (Mâide, 5/13-14). 

Kur’ân, kimi zaman bize pek çok peygamberi zincirleme zikrederek bir temel hakikate, çok önemli bir konu veya tutuma dikkat çeker. Böylece biz dünyanın en iyilerinin ortak bir tutum olarak ne yaptıklarını, nasıl bir hayat yaşadıklarını ve nelerle karşılaştıklarını bir anda izlemiş gibi oluruz.[6]

Tarih boyunca risaletle görevlendirilen peygamberlerin (a.s.) ortak mesajını dile getiren bir iki ayete burada yer vermek konuyu tasvir edebilir:

 

 Allah dinden Nuh’a tavsiye buyurduğu şeyi sizin için de bir kanun yaptı ve (Ey Muhammed!) sana vahyettiğimizi, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya tavsiye buyurduğumuzu da şeriat kıldı. Şöyle ki: Dini doğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin. Fakat senin kendilerini davet ettiğin şey, müşriklere ağır geldi. Allah dilediğini kendine seçer ve kendisine yöneleni de doğru yola iletir.” (Şûrâ,  42/13).

“Sonra (Ey Muhammed) seni din hususunda apaçık bir şeriat sahibi kıldık. Sen ona uy, bilmeyenlerin hevâ ve heveslerine uyma.” (Câsiye, 45/18).

 

Allah’ın Elçileriyle muhatap olan kavimler genelde enine boyuna düşünmeden, sağlıklı değerlendirmede bulunmadan inkâra sapmışlardır. Bu neredeyse tüm peygamberlerin ortak kaderidir. Toplumdan bir tepki görmelerinde en büyük rolü kendini güçlü, akıllı ve yetenekli sayan, hiçbir eksikleri olduklarına inanmayan ve çoğun cemiyete vaziyet eden liderler, servet sahipleri, güçlüler ve onlara itaati şiar edinen kesimler üstlenmişlerdir. Elbet bunun sonucunda hem dünyada hem de ahirette kaybedenler, felâket üzerine felâket görenler Hakka ve Risâlete teslim olmayan çevreler ve onlara bir şekilde katkıda bulunan insanlar olmuşlardır. Kur’ân, bu konuyu sıklıkla dile getirir.[7]

 

Kur’ân tarafından betimlenen tarihte söz konusu edilen Risalet ve Nübüvvet, Hz. İbrâhîm’den sonra onun çocuklarında kalmıştır. Özellikle İshak oğulları uzun yıllar bu geleneğin taşıyıcısı olmuşlardır. İsmail’den sonra ancak Hz. Muhammed ile bu gelenek tekrar İsmail oğullarına geri gelmiştir. Fahreddin-i Râzî (v.606) bunu şöyle yorumlar: İshak oğullarında peygamberlik asırlar, milenyumlar kalmıştır. Bundan sonra Hz. İsmail’in soyundan gelen Muhammed’e geçmiş ve onda Risalet ve Nübüvvet mühürlenmiştir. Umulur ki, bu şekilde bir nihayet onların nüfuz ve etkinlik açısından birbirine yakın bir seviyeye ulaşmalarına yol açar. İshak oğullarında 4000 yıldan fazla kalan bu dini liderliğin, İsmail oğullarında da bir o kadar zaman kalması uzak bir ihtimal değildir. [8]

 

Bugün hristiyanların ellerinde bulunan İnciller ve yahudilerin ellerinde bulunan Tevrat nüshaları, Sifrlerve İshahlar kesinlikle Hz. Îsâ ve Hz. Mûsâ ile gönderilen Risâlet ile özdeşleştirilemez. Çünkü bu Tevrat, Hz. Mûsâ’ya gönderilmiş “Tevrât” değildir; bu İnciller de Hz. Îsâ’ya gönderilen “İncil” değildir. Öncelikle bu her iki eser de sağlam bir şekilde peygamberlerden alındıklarına dair bilgi ve belgeden yoksundur; her ikisi de söz konusu peygamberlerden çok sonra yazılmıştır. İkisi de yığınlarca tahrif, tebdil, yanlış ve çelişki içermektedir. Onlara iman edenler bile bu konuda çelişkiler ve açmazlar içindedirler. En sağlıklı metinleri de ya nesh ya da tahrif edilmiştir. Hem Tevrât hem de İnciller onca peygambere yakıştırılmış akla hayale sığmaz iftiralar, yalan ve hurafeler içermektedirler. Bu metinlerde özellikle Hz. İbrâhîm, Hârûn, Lût, Süleymân ve Hz. Dâvûd gibi peygamberlere atılmadık iftira, yakıştırılmış kabahat kalmamış gibidir.[9]

 

 

 

 



[1].

[2]  

[3].

[4].

[5].  

[6].

[7].

[8].

[9].

logo
Bugünün ihyasından yarının inşaasına
Bize Ulaşın

0(216) 612 78 22

0(216) 611 04 64

vuslat@vuslatdergisi.com

Ihlamurkuyu Mah. Alemdağ Cad.
Adalet Sok. No:11 P.K 34772
Ümraniye / İstanbul